suriye, filistin, libya özelinde türk dış politikası
amerika'dan yine bir hamle geldi..kudüs'ü israil'in başkenti kabul eden, işgal topraklarına meşruiyet sağlayan bir öneri..
filistin konusu bundan yirmi yıl evvel dinler savaşı potansiyeli taşıyan büyük bir sorundu. ancak zaman içinde amerika ve israil'in bu konuda yalnız kaldığını değişik defalar gördük. ayrıca çok merkezli hale gelen dünya konjonktürü de israil veya amerika tarafından bir oldubittiye müsaade etmeyecek konuma geldi denebilir. bu durum filistin konusunu lokal hale getirdi. evvelden uluslararası hatta dinler arası bir mesele iken şu anda lokal politik bir hüvviyete sahip..
bu durum arap birliği ve islam konuferansı örgütü gibi uluslararası örgütlerle beraber, çin, rusya türkiye ve avrupa'nın direnci ile lokaliza olmuş bir sorundur. bu haliyle oradan bir medeniyetler çatışması çıkma ihtimalini çok azaldığını söylemek lazım..
ancak yine de türkiye'nin tek başına hareket etmesini gerektirecek bir dünya siyaset dengesi de yok..yani ikö, arap birliği, rusya, avrupa ve çin, amerika dengesinde bu sorun çok kolay stabilize edilebilir hatta yeni anlaşma önerileri ile amerika ve israil filistin konusunda daha makul bir noktaya çekilebilir diye düşünüyorum.
ama amerikanın bu açık desteği israil'i yine hırçınlaştırabilir. ama yukarıda saydığımız parametreler bu sorunu uluslararası dengeler ile stabil hale getirmeye müsait görünüyor.
suriye konusunda ise türkiye yine cenevre de kurulan anayasa yazma komisyonunun çalışmalarını tamamlaması konusunda ısrarcı olarak idlip kaynaklı yeni mülteci akının engelleyebilir..rusya ile bağların topyekün ve duygusal bir bağ olmadığı iyice ortaya çıkarken yine rusya ile kurulacak diplomatik ilişkilerin yanında cenevre konferansı sonuçları devreye alınabilir.
libya ise suriye benzer içerikte bir dış politika konusu..oradaki statüko, ki içinde amerika rusya arap birliği, afrika birliği, avrupa ve türkiye hali hazırda pozisyon almış durumda, libyanın bir ülke ve ya ülke grubu tarafından ilhak edilmesine yada gaz ve petrolünün sömürülmesine engel teşkil ediyor..
bu son otuz, ağılıklı olarak yirmi yılda oluşan konjonktür bir ülke ve ya ülke grubunun keyfiyetini engelleyecek potansiyele pasif kalmadığı müddetçe müsait bir genel politik hava. pasif kalması bu yeni dengelerin ustalıklı olarak devreye alınmaması halinde negatif etkileri olacak bir potansiyel.
işte türkiye bu yeni çok merkezli denge ağının tam ortasında soğukkanlı davranarak her bir dış politika konusunu stabilize edip makul düzeyde tutabilir.
etkisiz görünse bile İKÖ, arap birliği, afrika birliği, türki cumhuriyetleri ve rusya, amerika ve avrupa bu dengeler gözetilerek diplomatik yollarla olumlu istikamette tutulabilir..
bunları söylememin sebebi türkiye'nin bu yeni konjonktürde soğukkanlı ve akıllı olmak zorunda olduğu ve diplomasiyi sonuna kadar kullanması gerektiğidir. zira bu potansiyel tersine çevrilmesi imkansıza yakınsa bile türkiye'nin aleyhine çalışabilir. fevri olmak buna sebep olabildiği gibi diplomasiyi kullanmamak da buna sebep olabilir. çok dikkatli ve akıllı olmak zorundayız.
filistin konusu bundan yirmi yıl evvel dinler savaşı potansiyeli taşıyan büyük bir sorundu. ancak zaman içinde amerika ve israil'in bu konuda yalnız kaldığını değişik defalar gördük. ayrıca çok merkezli hale gelen dünya konjonktürü de israil veya amerika tarafından bir oldubittiye müsaade etmeyecek konuma geldi denebilir. bu durum filistin konusunu lokal hale getirdi. evvelden uluslararası hatta dinler arası bir mesele iken şu anda lokal politik bir hüvviyete sahip..
bu durum arap birliği ve islam konuferansı örgütü gibi uluslararası örgütlerle beraber, çin, rusya türkiye ve avrupa'nın direnci ile lokaliza olmuş bir sorundur. bu haliyle oradan bir medeniyetler çatışması çıkma ihtimalini çok azaldığını söylemek lazım..
ancak yine de türkiye'nin tek başına hareket etmesini gerektirecek bir dünya siyaset dengesi de yok..yani ikö, arap birliği, rusya, avrupa ve çin, amerika dengesinde bu sorun çok kolay stabilize edilebilir hatta yeni anlaşma önerileri ile amerika ve israil filistin konusunda daha makul bir noktaya çekilebilir diye düşünüyorum.
ama amerikanın bu açık desteği israil'i yine hırçınlaştırabilir. ama yukarıda saydığımız parametreler bu sorunu uluslararası dengeler ile stabil hale getirmeye müsait görünüyor.
suriye konusunda ise türkiye yine cenevre de kurulan anayasa yazma komisyonunun çalışmalarını tamamlaması konusunda ısrarcı olarak idlip kaynaklı yeni mülteci akının engelleyebilir..rusya ile bağların topyekün ve duygusal bir bağ olmadığı iyice ortaya çıkarken yine rusya ile kurulacak diplomatik ilişkilerin yanında cenevre konferansı sonuçları devreye alınabilir.
libya ise suriye benzer içerikte bir dış politika konusu..oradaki statüko, ki içinde amerika rusya arap birliği, afrika birliği, avrupa ve türkiye hali hazırda pozisyon almış durumda, libyanın bir ülke ve ya ülke grubu tarafından ilhak edilmesine yada gaz ve petrolünün sömürülmesine engel teşkil ediyor..
bu son otuz, ağılıklı olarak yirmi yılda oluşan konjonktür bir ülke ve ya ülke grubunun keyfiyetini engelleyecek potansiyele pasif kalmadığı müddetçe müsait bir genel politik hava. pasif kalması bu yeni dengelerin ustalıklı olarak devreye alınmaması halinde negatif etkileri olacak bir potansiyel.
işte türkiye bu yeni çok merkezli denge ağının tam ortasında soğukkanlı davranarak her bir dış politika konusunu stabilize edip makul düzeyde tutabilir.
etkisiz görünse bile İKÖ, arap birliği, afrika birliği, türki cumhuriyetleri ve rusya, amerika ve avrupa bu dengeler gözetilerek diplomatik yollarla olumlu istikamette tutulabilir..
bunları söylememin sebebi türkiye'nin bu yeni konjonktürde soğukkanlı ve akıllı olmak zorunda olduğu ve diplomasiyi sonuna kadar kullanması gerektiğidir. zira bu potansiyel tersine çevrilmesi imkansıza yakınsa bile türkiye'nin aleyhine çalışabilir. fevri olmak buna sebep olabildiği gibi diplomasiyi kullanmamak da buna sebep olabilir. çok dikkatli ve akıllı olmak zorundayız.
Yorumlar
Yorum Gönder